27 Mayıs 2018 Pazar

Two and a Half Men



Friends, How I Met Your Mother, Everybody Loves Raymond gibi bir sürü popüler, eğlenceli sit-com dizisi varken Two and a Half Men de nerden çıktı diyebilirsiniz. Kısmen haklısınız ama bu dizi komik be abi. Bir dizide sütcüsünden tüpcüsüne, aşçısından uşağına her harakter mi aşırı komik olur. Şunu söylemeliyim ki başlangıçta saydığım ve onlara benzer bi çok dizi izledim  hepsi gerçekten başarılı diziler bunu tartışmamıza bile gerek yok fakat  izlerken durdurup güldüğüm tek sit-com Two and a Half Men dir.

Başrollerini Charlie Sheen(Charlie Harper), Jon Cryer(Alan Harper) ve Angus T. Jones(Jake Harper)’ in üstlendiği bu dizi i-na-nıl-maz.  Dizinin konusuna gelecek olursak.Charlie başarılı bir jingle yazarıdır. Okyanus kenarında evi olan, tek gecelik ilişkileri, alkolü ve pokeri seven varlıklı biri olan Charlie’nin kapısına bir gün eşi ile kavga edip evden ayrılan kardeşi Alan ve onun oğlu Jake gelir ve kısa bir süreliğine kalacak yere ihtiyaçları olduğunu söyler. Kardeşinin ve yeğeninin bu isteğini geri çeviremeyen Charlie’nin hayatının nasıl değişeceğinden haberi yoktur.

Orta halli bir ekonomik düzeyde yaşayan,  eşinden boşanmasıyla birlikte nafaka ödemek zorunda kalan  Alan oğlu ile birlikte hayatını hızlı yaşayan Charlie’ye sorun çıkartmalarını komediye dönüştüren yapım 8 sezon devam ettikden sonra. Sağlık problemleri nedeniyle diziden ayrılan Charlie Sheen’in yerine Ashlynn Kutcher katılıyor ve dizi finale onunla devam ediyor.
Bu diziyi anlatırken biraz zorlandım.Dürüst olmak gerekirse sit-com diziyi anlatmak pek kolay değilmiş. Tavsiyem sadece bu yazıyla diziye önyargılı davranmayın pişman olmayacaksınız. İyi seyirler.


Lie to Me



2009-2011 yılları arasında üç sezon yayınlandıktan sonra yalan söyleme teknikleri ve sorgu teknikleri hakkında fazla bilgi verdiği için yayından kaldırıldığı söylentisi dolaşsa da , Lie to Me’de  bazı şanssız diziler gibi reyting kurbanı olmuştur. He adamlar diziyi yayından kaldırdı diye bu kötü bir dizi mi? Tabiki değil bu yüzden şimdi size bu diziyi tanıtacağım.

Dr. Cal Lightman(Tim Roth) gençliğinde bir akıl hastanesinde çalışmaktadır. Bir gün hastalarından biri oğlunun doğum gününe gitme isteği üzerine doktorlarından izin alması gerekmektedir. İntihara meğilli olan bu hasta Dr. Cal Lightman ile görüşme yapar ve onu piskolojisinin iyi durumda olduğuna ikna eder. Hastaneden ayrılması için gerekli olan izni alan hasta bu görüşmede çok iyi bir şekilde yalan söyleyip rol yapmıştır ve hastaneden ayrıldıktan sonra intihar etmiştir.Bu durumdan çok etkilenen Dr.Lightman insanların nasıl yalan söylediğini anlamak için dünyanın farklı yerlerinde yıllarca süren araştırmalar yapar. İnsanlar baskı altında konuşurken istemsiz bir şekilde yüzlerinde o an hissettikleri duygulara göre ifadeler oluşutuğunu görür ve bu ifadelerin evrensel olduğunu öne sürer. Bu yüz ifadelerine mikro mimik denmektedir ve bu ifadeler yarım saniyeden daha kısa sürede ortaya çıkarlar. Bu mimiklerden en temel olanları korku, mutluluk, üzüntü, küçümseme, tiksinme ve şaşırma durumunda ortaya çıkan mimiklerdir.

Lightman Group isimli şirketini kuran Dr. Lightman burada kendisine bir ekip kurar ve şuçlu ile suçsuz kişileri ayırt etmek için bazen devlete bazende özel kişilere yardım eder.
Dizide birilerinin yalan söyleyip söylemediğini sadece mimiklerle çözmüyorlar tabiki. El hareketleri, oturma biçimi, konuşma hızı gibi diğer ayırt edici özelliklerde gösteriliyor. Diziyi izlediğinizde bir sürü şey size o kadar mantıklı ve şaşırtıcı geliyor ki  onları hafızanıza atıyorsunuz ve ilerleyen zamanlarda biriyle konuşurken sürekli onların el hareketlerini ve yüz ifadelerini incelerken buluyorsunuz kendinizi. Böyle bir dizi nasıl reyting bataklığında kaybolur açıkcası anlamıyorum. İzleyince göreceksiniz gerçekten çok başarılı bir konusu ve kurgusu olan bir dizi.

13 Mayıs 2018 Pazar

Fringe



Merhabalar arkadaşlar, bugun bir bilim kurgu efsanesi olan Fringe adlı diziyle karşınızdayım. Başrollerini Anna Torv, Joshua Jackson ve John Noble paylaştığı, 2008-2013 yılları arasında televizyonda izleyicileriyle buluşan bu diziyi bu kadar güzel yapan en büyük faktörlerden biri de  tabiki senaristimiz J.J. Abrams.

Dizinin ilk bölümü sıra dışı bir uçak kazası ile başlar. Bu olayın yaşanmasının sebebi aslında benzeri görülmemiş bir hastalıkdan kaynaklanmaktadır. Uçak kazasını araştırmaya gelen FBI ajanlarından biri olan Olivia Dunham‘ın ortağı bu hastalığa yakalanır. Ortağının hayatını kurtarmaya calışan Ajan Dunham yaptığı araştırmalar sonucu kendisine yardım edebilicek tek kişinin Prof.Dr.Walter Bishop olduğunu bulur ve ondan yardım istmesi gerekmektedir fakat Dr.Bishop Harvard Üniversitesinde deney yaparken laboratuvarında patlama meydana gelmiş ve bu patlamada asistanı hayatını kaybetmiştir ve bu yüzden akıl hastanesinde yatmaktadır. Tam anlamıyla çılgın bilim adamı olan Dr.Bishop hayatı boyunca her alanda bilimin sınırlarını zorlamış biridir ve kendi zamanının Einstein’ı olarak tanınır.  Ajan Dunham’ın Dr.Bishop’u akıl hastanesinden çıkartması için tek akrabası olan oğlu Peter Bishop’un rızası gerekmektedir. Peter ile ortaklık kurmaya başaran Ajan Dunham, Dr.Bishop’u akıl hastanesinden çıkartır ve ortağına yardım etmeye başlarlar. Bu sırada olayların içine çok fazla girmiş olan Ajan Dunham’a FBI’ın gizli bir bölümü olan Sınırbilim departmanınından (Fringe Division) onlarla çalışması için teklif gelir. Sınırbilim Ajan Dunham’a bu tarz enteresan vakaların daha öncedende yaşandığını ve bunların birbirlerine bağlı olduğunu ve bu olaylar zincirene Düzen (The Pattern) dediklerini anlatır. Olivia, Peter ve bu olayları çözecek asıl adamımız Dr.Bishop ile birlikte Fringe Division’a katılırlar ve Düzen’in ne olduğunu araştırmaya başlarlar.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Alias ve Lost dan sonra Fringe ile popülerliğini tüm dünyada arttıran J.J. Abrams bu bilim kurgu işini yapıyor arkadaş. Dizinin akıcılığı mükemmel. Yapılan deneyler, olan ilginç olaylar ve bunların bilimsel açıklamaları o kadar güzel ele alınmış ki bilime meraklı bir insanların ufkunu açıyor diyebilirim. Bilim kurgu hayranıysanız bu diziyi izlememek büyük bir yanlışlık olur.




8 Mayıs 2018 Salı

24



Merhabalar arkadaşlar,

Bugun sizlere 2001-2010 yılları arasında polisiye dizi sevenlerin gönüllerinde taht kurmuş, iş ajanlığa gelince hemen hemen her Amerikalının aklına Jack Bauer isminin gelmesini sağlayan, konseptiyle izleyicisini kendisine bağlayan ve her bölümün sonunda bir sonraki bölüm yayınlanana kadar seyircinin heyecanını dorukta tutmayı başaran “24” adlı diziyi tanıtacağım.  

Peki yapımcılar bu diziyi nasıl bu kadar heyecanlı kılabildi ? Nedir bu 24 mevzusu ? Kim lan bu Jack Bauer.

“24” mevzusunu açmak gerekirse ; dizi gerçek zamanlı ilerliyor. Bu ne demek ? her bir sezon bir günü anlatıyor ve tabiki buna bağlı olarakta her bölüm günün bir saatinde gerçekleşiyor. Bu konsept gerçektende seyiriciyi bir sezonu bitirmeden rahat ettirmiyor ve sürekli heycanlı bir noktada tutuyor.  
Dizimiz, 1993’deki Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanmasından sonra kurulan İç Güvenlik Bakanlığı’na bağlı bir ishtihbarat birimi olan CTU nun bilgi sağlamasıyla Amerikan sınırları içerisinde gerçekleşmek üzere olan terörist aktiviteleri durdurmaya çalışan kahramanımız Jack’in günlerini anlatıyor diyebiliriz. Kiefer Sutherland tarafından canlandırılan Jack Bauer geçmişinde özel kuvvetlerde görev almış sonrasında kariyerine CTU’da (Anti-Terörist Birimi) saha ajanlığı yaparak devam eden, vatansever, sadık, aile babası bir Ajan. Haliyle bu özelliklere sahip olan bir insanın günleri kendi için çokta iyi geçmiyor.

Dizinin ilerleyişi tabiki bu kadar da basit değil. Senaristlerimiz bir günde gerçekleşebilecek ne kadar şey varsa kullanmaktan çekinmemişler. Dizideki entrikalar, komplo teorileri, ihanetler gibi olaylar ustalıkla işlenmiş yani kendi adıma konuşmam gerekirse yer yer “yok artık ...” cümlesini kullanmaktan çekinmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

Diziyi herkese tavisiye ederim fakat diziye başlamadan önce kendinize şu soruyu sormayı ihmal etmeyin “başladığımda sezon bitene kadar diziye kilitlenirsem benim için sorun olur mu ? “ .


29 Nisan 2018 Pazar

Chuck


Merhabalar, bu yazımda 2007-2012 yılları arasında televizyonlarda yayınlanan, başrollerini Zachary Levi, Yvonne Strahovski ve Adam Baldwin'in üstlendiği ABD yapımı olan "Chuck" adlı diziden bahsedeceğim.

            Gelelim dizinin konusuna. Ana karakterimiz Chuck, bir bilgisayar dehası fakat Stanford’dan atılması sebebiyle saati 12.5 dolara Buy More isimli bir elektronik mağzasında çalışmaktadır.  Kız kardeşiyle Los Angles’da yaşayan Chuck’a bir gün eski oda arkadaşı Bryce Larkin’den bir e-mail gelir. Chuck maili açtığında binlerce resim görür, bu resimler aslında  ABD hükümetinin bütün devlet sırlarının resimlere kodlanmış şeklidir. Chuck’ın bilinç altı artık bütün sırlari bilmektedir ve beyni bir bilgisayar gibi çalışmaya başlamıştır. N.S.A.ve C.I.A. bu sırları korumak için birer ajan görevlendirirler. C.I.A. den Sarah Walker ve N.S.A. den John Casey’nin görevleri artık Chuck’ı yani ABD hükümetinin sırlarını beyninde barından kişiyi korumaktır.

            İlk bakışta Chuck, aksiyon dolu bir dizi gibi gözüksede dizide komedi ve romantizm oldukça ön planda işlenmiş. Hatta ana karakterlerimizin her biri bunları yansıtmış bile diyebiliriz.  Sarah  güzelliği ile romantizmi , Casey öfkesiyle aksiyonu ve Chuck neşeli tavırlarıyla komediyi yansıtıyor diyebiliriz.Dizideki her karakter onu canlandıran oyuncusuyla mükkemmel bir uyum gerçekleştirmiş.

            Her bölümün sonunda yüzümden şapşal bir gülümsemeyle kaldığım ve yeni bölümünü heycanla beklediğim bu diziyi herkesin izlemesini tavsiye ederim.